Güncel araştırmalar, Türkiye’de din veya inanç özgürlüğü alanında çocuk haklarının gözetilmediğini ve laiklik ilkesinin çiğnendiğini ortaya koyuyor.
Eşit Haklar İçin İzleme Derneği ve Norveç Helsinki Komitesi işbirliğiyle yürütülen “Türkiye Eğitim Sisteminde Çoğulculuğu ve Din ve İnanç Özgürlüğünü Destekleme Projesi” kapsamında hazırlanan üç rapor, eğitim sistemimizdeki çarpıklıkları gözler önüne serdi. Işık Tüzün ve Ezgi Tunca tarafından hazırlanan “Çocuğun Din veya İnanç Özgürlüğü Açısından Bir İnceleme” başlıklı rapora göre, bu çarpıklıkların başında, MEB’in “Değerler Eğitimi” adı altında Hayrât Vakfı, Ensar Vakfı, İlim Yayma Cemiyeti, TÜGVA, TÜRGEV, Hizmet Vakfı ve Siverek Öğrenci Derneği gibi dinci oluşumlarla imzaladığı protokoller yer alıyor. Toplumu dinsel olarak dönüştürmeyi amaçlayan bu protokollere göre yürütülen etkinliklerde, beyinleri henüz gelişim aşamasında olan çocuklara “milli ve manevi değerler” vurgusu yapılarak Türklük ve Sünni Müslümanlık odaklı bir ideoloji dayatılıyor. Bir öğretmenin sınıftaki bir okuma etkinliğini dinî sohbete ayırması; bir başka öğretmenin de, “sınava çalışma teknikleri” konulu bir konferansın dinî kavramlara referans içerdiğini ifade etmesi, söz konusu protokollere ilişkin bilgilendirme metinlerinin içerik ve kapsam bakımından ne kadar muğlak olduğunu gösteriyor.
Dr. Özgür Heval Çınar tarafından hazırlanan “Seçmeli Din Dersleri ve Kitapları Hakkında İnsan Hakları Temelli Bir Değerlendirme” başlıklı başka bir rapora göre, MEB onaylı Ortaöğretim Temel Dinî Bilgiler-İslam-1 adlı kitapta, laikliği ve evrensel hukuku hiçe sayan ifadeler yer alıyor. Örneğin aile kelimesi, aralarında “dinî ve hukuki açıdan” herhangi bir engel bulunmayan bir erkekle kadının evlenmesiyle oluşan bir kurum olarak tanımlanıyor; “Ahlaki Yozlaşma” başlığı altında, “iyi insan olmak için İslam dinini yaşamak gerektiği” belirtiliyor; aile kurumuna karşı çıkanların “mutsuz ve huzursuz, dini ve ahlaki duygulara sahip olmayan, sorumluluk bilinci taşımayan ve toplumun varlığı için tehlike arz eden” kişiler olduğu söyleniyor.
Eğitim alanında sürdürülen bu gerici tutum, toplumlar için âdeta nükleer bir faciadır. Hoşgörüsüzlüğü ve muhafazakâr yaşam biçimini dayatan bir eğitim sistemi tek bir kuşağın değil, o kuşağın yetiştireceği gelecek kuşakların da zihinlerine erken yaşta yerleşen bir kanser gibidir.