21. yüzyılda bazı Afrika ülkeleri dışında pek rastlanmayan ve ülkemizde de artık sadece bir antropolojik çalışma konusu olması gereken “insan kurban etme” vakaları, son bir ayda yaşanan iki olayla sosyolojik bir olgu olarak karşımızda!
İlk vaka, Zonguldak Çaycuma Devlet Hastanesi’nin acil servisinde çalışan Y.A. isimli babanın, uykusunda “aldığı bir vahiy” ile 16 yaşındaki oğlunun ensesini kesmesi. “Oğlumu Rabbime kurban ettim” diyen Y.A.’nın olaydan sonra yaptığı açıklama, eylemin kendisinden daha da tüyler ürpertici: “Oğlumu araca bindirdim. Kendisini Allah yoluna kurban edeceğimi söyledim. Oğlum kabul etti. Olay yerine gittik. Kasaptan aldığım bıçağı çıkarttım. Oğlumu önüme oturttum. Ensesinden kestim. Üstüne montunu örttüm. Karakola gidip oğlumu öldürdüğümü söyledim. Pişman değilim. Oğlumu Allah yoluna adadım.” İkinci olay ise Konya’da site görevlisi olarak çalışan İ.K.’nın 10 yaşındaki oğlu H.K.’yı boğarak öldürmesi. İ.K.’nın açıklaması da şöyle: “Oğlumun büyüdükçe günaha girip benim gibi olmasını istemedim, onu daha günahsızken cennete göndermek istedim.”
Bu iki olay, Atıf Yılmaz’ın 1979 tarihli Adak filminde konu edilen ve 1962’de Erzincan’da yaşanan “Mızrap Bebek” hadisesini hatırlatıyor. Olayın faili olan Müslüm Koca, bir erkek çocuk babası olan genç bir köylüdür. Müslüm bir iftiraya uğrar ve aklanırsa ikinci doğacak oğlunu Allah’a kurban edeceğine dair kendisine söz verir. Bir zaman sonra aklanır, köyüne döner; bu esnada eşi hamiledir. Yeni doğan oğluna “Mızrap” adını verir. Büyük oğlunun hastalanmasını ve köydeki kuraklığın ve yoksulluğun artmasını, verdiği adak sözünü yerine getirmemiş olmasına dayandıran Müslüm, sonunda 2,5 aylık Mızrap bebeği öldürerek kurban eder. Tutuklanan Müslüm, mahkeme tarafından idama mahkum edilir; ancak 1964 tarihli Yargıtay kararında, “…sanığın bir hadiseyi atlatırsa çocuğunu Allah yoluna kurban edeceği şeklindeki inancı ile işbu suçu işlediği anlaşıldığından” denilerek, takdiri azaltıcı sebep öngörülür ve cezası müebbet hapse çevrilir.
Filmlere konu olan bu inanca dayalı vahşet olaylarını akılcı bir gerekçeye dayandırmak mümkün değil. Herhangi bir dinî inancın bir cinayet suçunda hafifletici sebep olması abesle iştigaldir. Bunun “inanç özgürlüğü” kapsamında değerlendirilmesi söz konusu olamaz. Bu tür olaylar, her ne kadar söz konusu haberlerde “akıl sağlığı yerindedir” raporu verilmiş olsa da, din güdümlü akıl hastalığının tetiklediği birer cinayet olarak ele alınmalıdır.
Bu ve benzeri haberleri okurken bir şarkı sözü geliyor akla: Tanrınızdan, tapınaklarınızdan ya da dualarınızdan değil, ama Tanrınız adına yaptıklarınızdan korkuyoruz!*
İnsan kurban etme ritüelinin tarihçesi konusunda bilgi almak için, İlhan Arsel’in “Kur’an’ın Eleştirisi 1 – Semavi Dinlerin ‘Kutsal’ Bilinen Kitapları” isimli kitabından alıntı olarak yayınladığımız makaleyi okuyabilirsiniz.
*The Klezmatics – I ain’t afraid.