Mevcut iktidarın, “dindar ve kindar nesil” projesi kapsamında yürüttüğü ideolojik cihat işe yaramıyor, hatta ters tepiyor! Laik eğitime yapılan gerici müdahale ve dayatmalara rağmen, gençler dinden uzaklaşarak deizme yönelmeye devam ediyor. Devlet yetkilileri “%99’u Müslüman olan ülke” vurgusunu yapmakta ısrar ediyor olsalar da, araştırma şirketlerinin yürüttüğü güncel anket ve araştırmalar bu söylemin aksine işaret ediyor.
Sakarya Üniversitesinden Dilek Menküç’ün hazırladığı “Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi Öğretmenlerinin Görüşleri Işığında Lise Öğrencilerinde Deizm Düşüncesi” başlıklı araştırma, deizmin son zamanlarda lise öğrencileri arasında ciddi bir artış gösterdiğini ortaya koyuyor. Hatta böyle düşünen bir öğretmen gözlemini şu şekilde aktarıyor: “Ben on beş senelik bir öğretmen olarak deizmin özellikle son 5 yılda bayağı popüler olduğunu gördüm. Buradaki artışı da gördüm. Deist var mı? Evet, var. Artıyor mu? Ben arttığını gözlüyorum.”
Söz konusu araştırmaya katılan başka bir öğretmen, deizmin anlatılmasının doğru olmadığını ifade ederek, “Zaten tevhit inancı anlatılırken şirk nedir, deizm nedir vb. konular anlatılabilirdi. Eşeğin aklına karpuz kabuğu sokmak gibi yani…” derken; bir öğretmen de dine ilginin azalmasından şikâyet ediyor: “Ben asıl tehlikenin gençlerin dine ilgisiz kalması olduğunu düşünüyorum. Bu ilgisiz kalmanın sonrasında bir sekülerleşme ortaya çıkacak. Gençler deizme kaydı diye elimde bir veri yok ama bu konuda araştırmalar var. Araştırmalar da artan bir durum olduğunu gösteriyor.”
Konya Necmettin Erbakan Üniversitesinden Merve Harmankaya’nın İmam Hatip Lisesi öğrencileriyle görüşerek hazırladığı “Geçmişten Günümüze Deizm ve Deizm Üzerine Sosyolojik Bir Araştırma” başlıklı çalışma, örneklem sayısı düşük olmakla birlikte ilginç. Bu çalışmada aktarılan bilgiye göre, deizmi tercih etme nedenlerini açıklayan iki İmam Hatip öğrencisi, günümüzdeki Müslümanların dini yaşama biçimlerinin kendilerini bu yola ittiğini ve din konusunda ailelerinden çok baskı gördükleri için de deizme kaydıklarını ifade ediyor.
Bu iki araştırma ve Türkiye’nin son 20 yıllık toplumsal dönüşümü, baskın kültürün kendi karşıtını doğurduğunu gösteriyor. Eğitimin dinselleştirilmesi; devletin en yüksek makamlarından halka sürekli olarak din empoze edilmesi; “dinin bekâsı” gibi büyük bir paranoya öne sürülerek insan varlığının ve haklarının hiçe sayılması ve en makul seküler hayat tarzının dahi terörize edilmesi, insanları ister istemez din dışında yeni bir yaşam biçimi aramaya ve düşünsel bir aydınlanmaya sevk ediyor. İnsanlar, dinin bir sömürü aracı olarak kullanıldığını ve uygarlığa ulaşmanın önündeki en büyük engel olduğunu elbet bir gün anlayacak. Bu, neredeyse kaçınılmaz.
Nitekim Avrupa’nın sekülerleşmesindeki en önemli kilometre taşları, dinin hayatın her alanını işgal ettiği karanlık dönemler ve yaşanan din ve mezhep savaşlarıdır. Bu sekülerleşmeye en güzel örnekse, bir zamanlar Calvin’in dinci diktatörlüğü altında ortaçağ karanlığını yaşayan Cenevre’dir. Hatta Stefan Zweig, Vicdan Zorbalığa Karşı isimli kitabında, bu dinci diktatörlükten ve onun hayatı yaşanmaz hale getiren yasaklarından şöyle söz eder: “Ve insan hayret içinde bunca yasaktan sonra Cenevre halkına izin verilmiş ne kalır ki, diye sorabilir. Fazla bir şey kalmaz. İcazet verilen şeyler, yaşamak, ölmek, çalışmak, itaat etmek ve kiliseye gitmektir.” Böyle bir ortaçağ karanlığını yaşamış Cenevre’nin, zamanla Avrupa’nın en seküler ve insan hakları bakımından en gelişmiş şehirlerinden biri olması kesinlikle tesadüf değil. Hatta Zweig yine aynı kitabında, yaşanan aydınlanmayı şöyle anlatır: “Zamanının ‘Tanrı düşmanı’, çağın yaşayan deccalı sayılan Voltaire, bir zamanlar Calvin’in teolojik fikir ayrılığı yüzünden Serveto’yu yaktığı Cenevre’ye sığınır.”
Bu güzide örnekten de yola çıkarak kendilerinin ve fikirlerinin asla iktidardan düşmeyeceğini sanan Calvinlere hatırlatalım: “Yaklaşıyor yaklaşmakta olan!”