Geçtiğimiz günlerde Gaziantep’te, pandemi önlemleri kapsamında ilan edilen tam kapanma kurallarını ihlal ederek, camide toplu itikaf ibadeti (Ramazan ayının son 10 gününde camide kalmak ve sadece ibadetle meşgul olmak) yapmaya çalışan Furkan Vakfı üyeleri, polisin cami içerisinde yaptığı biber gazlı müdahale sonucunda gözaltına alındı. Gaziantep Valiliği olaya ilişkin, “amaç ibadet etmek değil sivil itaatsizlik yapmaktır” açıklamasında bulundu. Devlet yetkilileri bu ibadetin bir provokasyon olduğunu söylese de biber gazıyla müdahalenin hatalı olduğunu kabul etmiş olacak ki, camide yaşanan arbede sonrasında biber gazı kullanan personel hakkında soruşturma başlatıldı ve ilgili kişilerin görevden uzaklaştırıldığı bildirildi. Olayların kamuoyunda gündeme gelmesinin ardından bir açıklama yapan Gaziantep İl Emniyet Müdürü Cengiz Zeybek, “Pandemi koşullarında alınan önlemleri çarpıtarak halkımızı kışkırtmak amacıyla, İslam dininin kutsalları da istismar edilmek suretiyle bir provokasyon girişiminde bulunulmuştur” dedi ve hatalı müdahale şeklinin “etik sorumluluğunu” kabul ettiğini söyleyerek “devletin yıpratılmaması adına” emekliliğini istedi.
Furkan Vakfının itikaf kalkışması Gaziantep’le sınırlı kalmadı. Söz konusu olaydan bir gün sonra yine Furkan Vakfı üyelerinin itikafta olduğu Adana’daki bazı camilere polis baskını yapıldı ve Vakfın Başkanı Alparslan Kuytul’un da aralarında olduğu 400 kişi gözaltına alındı. Kuytul’dan haber alamadıklarını söyleyen ve Adana Emniyeti önünde toplanan Furkan Vakfı üyelerine yine polis müdahale etti. Medyablok’tan Ali Isıyel’in YouTube yayınına katılan ve konuya ilişkin açıklamalarda bulunan Alparslan Kuytul’un eşi Semra Kuytul, son derece ilginç saptamalarda bulundu: “AK Parti ile din hayata karışmadı, ama dindar pozisyonda görülen insanların vitrindeki görüntüsü arka plandaki yıkımı örtmek için kullanıldı. AK Parti döneminde İslam’a yönelik baskı arttı.”
Dinin yaşamın her alanını işgal ettiği, seküler hukukun teokratik devlet distopyası altında ezildiği 20 yıllık AKP iktidarında, dinci oligarşiden şikâyet eden başka bir dinî grup, İslam’a yönelik baskının arttığını söylüyor! Dinci kesim, de facto bir teokrasinin hüküm sürdüğü şu günlerde bile mağdur olmayı başarabiliyor; sözde-ezilmişliğini bir basamak gibi kullanarak gaddarlık tahtına yükselmeye çalışıyor. “Camide biber gazı” olayında gördüğümüz gibi, laiklik ilkesinin terk edilmesi sadece basit insani özgürlükleri baskılayıp toplumu ayrıştırmakla kalmaz, dinî grupları da kendi içinde bölerek birbirine kırdırır. Toplumsal normlar dini kurallara göre belirlendiğinde, her dinin kendi içerisinde barındırdığı farklı inanç ve mezheplerden ötürü ayrışma olmaması da zaten mümkün değildir.
Dinin baskıcı rejimler için bir manipülasyon ve provokasyon aracı olarak kullanıldığını, son yaşanan Furkan Vakfı olayı özelinde görüyoruz. AKP iktidarının bu konudaki sicili ise oldukça kabarık: Hatırlarsanız Erdoğan, Başbakan olduğu Gezi Direnişi sırasında, dinî söylemleri de kullanarak halkı manipüle etmiş; ancak dinci kesimi, hak ve özgürlükler adına mücadele eden insanlara karşı kışkırtmak için ortaya attığı (ve hâlâ ispat edemediği) “Camide içki içtiler” iddiası, Bezm-i Alem Valide Sultan Camisinin o dönemki müezzini Fuat Yıldırım tarafından yalanlanmıştı. Yıldırım, bunun üzerine Başakşehir’e bağlı Kayabaşı köyüne adeta sürgün edilmiş ve görev yerinin değiştirilmesine istinaden Diyanet’e dava açmıştı. Camide içki içildiği yalanını basına servis eden Yasin Yıldız ise, Cumhurbaşkanlığı Millî Saraylar İdaresi Başkanlığına atanmıştı.
AKP iktidarının dindar ve laik kesimleri karşı karşıya getirmek için dini kullandığı başka örneklere de şahit olduk. Erdoğan, 2019 yerel seçimleri öncesinde Adana’da çıktığı bir mitingde, 8 Mart’ta düzenlenen Feminist Gece Yürüyüşünü işaret ederek şu açıklamayı yapmıştı: “Taksim’de CHP ve HDP’nin öncülüğünde güya Kadınlar Günü için bir araya gelen bir grup, ezana ıslıklarla, sloganlarla terbiyesizlik ettiler. Biz ‘belediye işi gönül işi’ diyerek milletimize herkesi kucaklayan bir belediye yönetimi taahhüt ediyoruz. Onlar ise bayrağımıza ve ezanımıza saygısızlık yaparak doğrudan istiklalimize ve istikbalimize saldırıyor.” Hâlbuki İstiklal Caddesinin girişinde toplanan ve yürüyüşü engellenen kalabalık, yürüyüş saati olarak ilan edilen 19.30’dan yaklaşık bir buçuk saat sonra polis tarafından biber gazı ve plastik mermi kullanılarak dağıtılmıştı. Polisin kalabalığı sıkıştırması sebebiyle ezilmemek için düzenli bir biçimde yürümeye çalışan kadınlar da, bu müdahaleyi ıslıklarla protesto etmişti.
“Dine ve kutsallara hakaret”, “değerlere saygısızlık” vb kılıflara her gün bir yenisini ekleyen iktidar hükümeti, inançları üzerinden manipüle ve provoke ettiği muhafazakâr kesimi laik ve demokrat kesimle karşı karşıya getirmek; böylece zayıflamaya başlayan tabanını konsolide ederek din sömürüsüne dayanan erkini korumak için elinden geleni yapıyor. Bir yandan aynı dinî hedefi paylaştığı bir gruba ,iktidar alanını tehdit ettiği için, camide biber gazıyla müdahale edecek kadar hırçınlaşırken, diğer yandan da her fırsatta muhalefeti ve laik kesimi, dinsiz etiketiyle muhafazakârların hedefi haline getirerek İslam misyonerliği imajını sürdürmeye çalışıyor. Fakat camide içki içtiler’den, elleri arkasında türbeye yürüdü’ye varan bu “kutsallara hakaret” iddiaları, inandırıcılığını her geçen gün biraz daha yitiriyor. Hükümetin iktidar hırsı uğruna yarattığı gündemler ise “mahalle yanarken saç taramayı yasaklamak” halini alıyor. Dinci kesimin düşman olduğu laiklik, Müslümanı da Müslümandan koruyan bir ilkedir. Laikliğin fiilen ortadan kalktığı durumlarda cemaat/tarikat kavgasıyla önce camilerde biber gazı sıkılır, sonra Afganistan örneğindeki gibi Cuma namazları bombalanmaya başlar. Farklı inanç ve inançsızlık gruplarının barış içinde yaşamasının tek teminatı, çağdaş yaşamın ayrılmaz bir parçası olan laikliktir.