Papa Francis, yaklaşık 700 yıl sonra ilk defa bir Papa’nın istifa etmesi üzerine gerçekleşen ve Two Popes (İki Papa) filmine de konu olan 2013’teki seçimin ardından Katolik aleminin ruhani lideri olmuştu. O tarihten bu yana, Vatikan’ın dinî öğretiye aykırı kabul ettiği olgulara yönelik katı tutumunda bir yumuşama gözlemleniyor. 2013 yılının sonunda 200 sayfalık ilk apostalik mesajını yayımlayan Papa Francis, kiliseye kapsamlı bir reform çağrısında bulunmuştu. Bu reformasyon hareketinin en radikal örneği, Papa Francis’in geçtiğimiz yıl eşcinseller hakkında sarf ettiği şu sözlerdi: “Eşcinsellerin de aile kurma hakkı var. Onlar Tanrı’nın çocukları. Medeni birlik yasası olmalı, böylece yasal olarak güvence altında olacaklar.” Ayrıca Papa Francis’in, kilise görevlilerinin karıştığı çocuk istismarı/tacizi davalarını “papalık sırrı” kapsamından çıkararak yargılamaların önünü açtığı ve Vatikan’daki yolsuzlukların üzerine gittiği de biliniyor.

Reform adımlarına devam eden Vatikan, geçtiğimiz haftalarda mafya üyelerinin Katolik Kilisesinden aforoz edilmesi için özel bir görev gücü kurduğunu açıkladı. Bu kurulum sürecinde şunlar yaşandı: Papa Francis, göreve geldikten 1 yıl sonra, İtalya’nın en yoksul ve mafyanın en etkili olduğu Calabria’yı ziyaret etmiş ve Sicilya’da suikasta kurban giden (1990) hakim Rosario Livatino’yu anma töreninde yaptığı konuşmada, hakimi katleden mafya üyelerinin aforoz edilmesi gerektiğini belirtmişti. Bu yıl, aynı hakimi anmak üzere gerçekleştirilen törenin ardından, mafyanın aforoz edilmesini sağlayacak bir özel kuvvet kuruldu. Bu koordinatörlüğün başına getirilen Vittorio Alberti, “Hem mafya üyesi olmak hem de kilisenin bir parçası olmak mümkün değil.” dedi. Kurulan bu görev gücünde Vatikan yetkililerinin yanı sıra, İtalyan Parlamentosu Mafyayla Mücadele Komisyonu Eski Başkanı ve Mafyayla Mücadele Derneği Başkanı gibi konunun uzmanları da bulunuyor.

Katolik Kilisesinin yaptığı bu reform hamlelerinin kuşkusuz en önemli nedeni, kiliseye ilginin her geçen gün azalıyor olması. 2017’deki bir haber kaynağına göre, Almanya’da Katolik ve Protestan Kiliselerine üye olanların sayısı, bir yıl içerisinde yaklaşık 660 bin kişi azalmış. BBC Türkçe’den Yusuf Özkan’ın 2018 tarihli haberine göre, Hollanda’da 1968 yılında 2 milyon 700 bin Katolik bireyin her hafta kiliseye gittiğini, fakat bu sayının 2016 yılında 173 bin kişiye düştüğünü belirtmiş; 2030’da ise sadece 63 bin kişinin kiliseye devam etmesinin beklendiğini ve artık insanların Tanrı’ya inanmadığı için kiliselerin satıldığını ifade etmişti. Diğer Avrupa ülkelerinde de durum böyle. Kilise, bu yazının konusu olan sözde-reformlar aracılığıyla modern dünyaya uyum sağlamaya; yeni müritler kazanamıyor olsa da mevcut üyelerini konsolide etmeye çalışıyor. 

Bu reform hareketlerinin bir diğer nedeni de, kilisenin vahşet dolu geçmişini aklama çabası. Ancak hiçbir vaftiz suyu, Hristiyanlığın akıttığı kanı temizleyemez. Kilisenin bu gaddar geçmişine dair ilk akla gelen ve birinci milenyumun başlarında gerçekleşen Haçlı Seferleri, 180 yıl boyunca aralıklarla sürmüş ve yaklaşık 3 milyon insanın ölümüne yol açmıştı. Ortaçağda Avrupa’daki Katolik ve Protestan devletler arasında yaşanan ve Otuz Yıl Savaşları olarak bilinen din ve mezhep savaşlarında, 6 ila 19 milyona yakın insanın can verdiği tahmin ediliyor.

Bu ve benzeri katliamların heretik, yani dinden dönen kâfirlere yönelik oluşu dikkat çekici. Örneğin “1209 yılında Fransa’nın Beziers şehrine giren Katolik ordusu, heretiklerin kökünü kazımak için 10 bin ila 20 bin arasında insanı katletmişti. Dini bütünler ile heretikleri ayırt etmek mümkün olmadığı için katliamı gerçekleştirenlere ‘Tanrının ayırması için herkesi öldürmeleri’ söylenmişti.” Yine benzer bir katliamda Katolikler, Paris’te 1572 yılının 23 Ağustos’unu 24’üne bağlayan gecede, daha önce kapılarına tebeşirle haç işareti çizdikleri 3 bin heretik Hugenot’u öldürmüştü. Burada özellikle heretik kelimesine vurgu yapmak gerek. Nitekim Mikhail İlin, İnsan Nasıl İnsan Oldu isimli kitabında şöyle der: “Heresie, yani dinden sapmak, seçmek demektir. Fakat kilisenin seçime tahammülü yoktur.”

Kilisenin vahşet dolu geçmişine dair bir diğer örnek de, 1820 yılında yasaklanan engizisyon mahkemeleri. Charles Darwin, İnsanın Türeyişi isimli kitabında, engizisyon mahkemelerinde din adına yapılan vahşetin bilançosunu şöyle özetliyor: “Kilise engizisyon mahkemelerinde, 300 sene boyunca yılda ortalama bin kişi öldürmüştür.” Vatikan, vahşet geleneğine 20. yüzyılda da devam etti. Limburg Piskoposu Georg Baetzing, 2020 yılında yayımlanan “Dünya Savaşı’nda Alman Piskoposlar” isimli araştırmasında, Piskoposların savaşa kesin bir dille “hayır” demediğini, Nazi Almanyasını savaşta dayanma gücüne sahip olması için desteklediğini ve bu şekilde kendilerini suça ortak ettiğini kaydetmişti. Ayrıca XII. Pius’un, Yahudilerin ve Nazi eziyeti gören diğer halkların yaşadığı zulmü hiçbir zaman açıkça kınamadığını, “Hitler’in Papa’sı” olarak anıldığını ve Katolik Kilisesinin İtalya’nın faşist diktatörü Mussolini ile yakın ilişkiler içinde olduğunu da unutmamak gerek.

Dolayısıyla tarihin en büyük mafya örgütlerinden biri sayılan Katolik Kilisesinin Godfather’ı olan Papa Francis’in, mafyayı aforoz etme işine önce kendi kurumundan başlaması gerekiyor. Buenaventura Durruti’nin de dediği gibi, “Işığıyla aydınlatan tek kilise, alevler içinde yanan kilisedir.”