Her türlü kültürel yıkımın mimarı olan AKP iktidarı, içini boşalttığı ve işlevsiz hale getirdiği laik Cumhuriyet’in kurumlarına sekülerizmin mezar taşı niteliğindeki yeni binalar inşa etmeye devam ediyor. Laikliğin cenaze töreni havasında geçen bu bina açılışları, bir yandan gericiliğin bayraktarlığını yaparken bir yandan da dinci zihniyetin sonunu hazırlıyor aslında.
Geçtiğimiz günlerde adli yıl ve Yargıtay yeni hizmet binası açılış törenine AKP’li Cumhurbaşkanı Erdoğan, yargıç cübbesiyle Yargıtay Başkanı Mehmet Akarca ve nereden icap ettiyse Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş da dualarıyla katıldı. Böylece Yargıtay hizmet binası, nerede laikliğe dair son bir ışık hüzmesi varsa orada kör sinekler gibi dört dönen dincilerin kuşatması altında açıldı. “Yargıtay yeni hizmet binası ve 2021-2022 Adli yılının milletimize hayırlar getirmesini Cenab-ı Hak’tan niyaz ederim.” sözleriyle adeta bir kutsama ritüeli gerçekleştiren Erbaş, duasında Yargıtay’ın yüz elli yıllık tarihi boyunca görev yapmış hakimlerin ve savcıların “Allah’ın emrettiği adaleti” yerine getirmek için gayret ettiğini söyledi. Duanın yanlış anlaşılmaya müsait bir başka yerinde, açılışa katılan “müminlerin umduklarına nail eylemesini” tanrısından diledi. Ne yazık ki Yargıtay Başkanı Akarca da laikliğe beddua niteliği taşıyan bu duaya eşlik etmeyi seçti. Böylece Siyasal İslamcılar, tarihe geçecek bu fotoğraf karesinde, imam cübbesini hukukçu cübbesinin önüne geçirmeyi ve “Devletin dini adalettir” sözünü “Devletin adaleti dindir” olarak değiştirmeyi başardı.
İlahi adalete inananların ve şeriat hukukunu savunanların, gerçek adaletin insan temelli olduğunu simgeleyen modern hukuk binalarının önünde, imam cübbesiyle dua etmesi her şeyden önce yersiz ve ironiktir. Sosyal medyada “Adalet son yolculuğuna uğurlanırken” şeklinde yorumlanan bu skandal kareye hukukçulardan haklı tepkiler yağdı. İstanbul Barosu şu açıklamayı yaptı: “Yargı erkinin mekânının bu yöntemlerle açılması, bir hukuk devletinde asla kabul edilemez. Din ve vicdan özgürlüğü, adalet arayışının şekillendiği adliyeler için ‘çok özel’ bir anlam ifade eder. Farklı inançtaki yurttaşlara sahip olan laik hukuk devleti, adalet güvencesini her inanca eşit mesafede durarak vermelidir. Yeri geldiğinde söylenmiş en güzel sözlerden biri olan ‘devletin dini adalettir’ tümcesine özel önemler atfederken, bu tümceyi anlamsız kılan bir uygulama, ‘din devleti’ fotoğrafını verecektir.”
Tarafsızlığı simgeleyen yargıç cübbesine eşlik eden dualarla gerçekleşen açılışa ilişkin tepkisini ortaya koyan bir diğer isim de Yargıtay Onursal Cumhuriyet Başsavcısı Sabih Kanadoğlu oldu. Bina yaparak inşaat sektöründe rekor kırılabileceğini, ama hukuk devleti olunamayacağını vurgulayan Kanadoğlu, Cumhuriyet gazetesine şu açıklamalarda bulundu: “Yargıtay’ın açılış töreni herhalde anayasasında ‘Laik, demokratik ve sosyal bir hukuk devletidir’ diye tanımlanan Türkiye Cumhuriyeti devletine değil, belki şeriatla idare edilen, dinî esaslar üzerine, şeriatla yönetilen bir ülkeye yakışan bir açılıştır.”
Adalet eski Bakanı Hikmet Sami Türk, İstanbul Barosu eski Başkanı Turgut Kazan, Çağdaş Hukukçular Derneği eski başkanı ve CHP eski milletvekili Şenal Sarıhan gibi hukukçular da, “Din karşıtlığı ile ilgisi yok, laik bir adalet sisteminde bu görüntü kabul edilemez.” görüşünde birleşti.
Tepkilere cevaben yine ateizm suçlandı!
Adli yıl açılışında yaşananlara dair sosyal medyada yapılan eleştirilerin ardından açıklama yapma gereği duyan Erbaş, İslamcı bir derneğin organizasyonunda konuştu. Deizm, ateizm ve nihilizm akımlarını “Batı merkezli din anlayışının sonucu” olarak değerlendiren Erbaş, bu inanç(sızlık) biçimlerinin İslam ülkelerinde karşılık bulmasının, “itikadi alanda yaşanan karışıklıktan” kaynaklandığını öne sürdü. “Dinin yaşanan hayatla irtibatının bilerek zayıflatılmasından” ve “bireysel ve sosyal meselelere İslam adına pratik çözümler getirilmemesinden” yakınan Erbaş, şu sözlerle ikinci bir skandala daha imza attı: “Hani ‘inanç sokakta olamasın, mahallede olmasın, insanın içinde olsun’ diye bir anlayış var ya. ‘İnanç işte insan ile Allah arasında olsun, evine yansımasın, ticaretine yansımasın, siyasetine yansımasın, adaletine, yargısına yansımasın’… Görüyorsunuz ya ortalığı ayağa kaldırıyorlar. İnançtan ayıklansın oralar, adeta bu düşünce insanlığı bu noktaya getirmektedir.” Yani tercüme edersek,“inanç,insanla Allah arasında olmasın; siyasete alet edilsin; ticarete yansısın.” demiş oldu. Böylece dinin insanla tanrısı arasındaki bir mesele olmadığını ima ederek Siyasal İslam’ın da güzel bir tanımını yaptı. Bu ifadeleri alaya alarak eleştiren sosyal medya kullanıcıları, laikliğin bu (çarpık) tanımını beğendiklerini söyleyerek Erbaş’a tepki gösterdi.
Laiklik türbülans halindeyken Diyanet’in devlet bürokrasisinde yaşadığı yükseliş, adli yıl açılışıyla da sınırlı kalmadı. Geçtiğimiz günlerde düzenlenen 30 Ağustos Zafer Bayramı töreninde VİP bir uçuş gerçekleştiren Diyanet İşleri Başkanı, protokolde 40 basamak atlayarak 12. sıradaki yerini aldı. Böylece subay ve astsubayların diploma törenlerine de dualarıyla eşlik eden Diyanet İşleri Başkanı Erbaş, Erdoğan’ın katında kuvvet komutanlarını ve Genelkurmay Başkanını geride bıraktı.
Diyanet sosyal medyaya da el attı:
Devlet yönetiminde adeta erk sahibi haline getirilen ve siyasî iktidardan aldığı güçle sosyal yaşamın her alanına dinî söylemlerle müdahale etmeye devam eden Diyanet, sosyal medya konusunda da sessiz kalmadı. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, “yalan terörü” olarak nitelendirdiği sosyal medya konusunda (Meclis açılır açılmaz) kısıtlayıcı adımlar atılacağını söylemesinin ardından Erbaş şu yorumu yaptı: “Sanal ve dijital dünyadan taşarak gerçek hayatı etkisi altına alan bu durum, dinin fert ve toplum düzleminde hedeflediği ahlaki ilke, değer ve erdemlerden uzaklaşmaya sebebiyet verebilmektedir. Bu itibarla, sosyal medyanın kullanımıyla alakalı hukuki çerçeveyi belirleyecek yasal bir mekanizmanın ihdası ve güçlü bir bilincin inşası, ötelenemez bir zorunluluk olarak karşımızda durmaktadır.” Anımsayacağınız gibi, Diyanet’in bu yılın başında yayınladığı “Sosyal Medya Ahlakı” adlı kitapta da aynı konuya değinen Erbaş, “sosyal medyada hukuki düzenlemelerin yetersiz kaldığı alanlarda ‘fıkıh’ devreye girebilir” önerisinde bulunmuştu.
Gerçeklikle yüzleşemeyen ve bu bağlamda başarısız bir evrim sürecinden geçen dinci zihniyet, çağa ayak uydurmamakta ve yok olmakta kararlı olduğunu böylece bir kez daha göstermiş oldu. Tüm bu can sıkıcı gelişmeler için söylenecek çok söz olsa da, laikliğin dinci bir kinle son yirmi yılda nasıl katledildiği herkesin malumu. Tarikatların devlette kadrolaşmak için sıraya girmesi, resmî açılışlarda ve resmî devlet televizyonunda dinî ritüellerle söylemlerin her fırsatta öne çıkarılması ve önemli toplumsal meselelere dair açıklamaların cuma namazlarından sonra yapılması bunun en açık kanıtları. Hatırlarsanız Erdoğan, 2019’da gerçekleştirilen 6. Din Şurası’nın kapanış konuşmasında da, “İslam bize göre değil, biz İslam’a göre hareket edeceğiz. Nefsimize ağır gelse de hayatımızın merkezine dönemin koşullarını değil, dinimizin hükümlerini yerleştireceğiz.” demişti (Ateizm Derneği olarak bu konuşmada geçen ifadeleri eleştirmiştik).
Yargıya güvenin halk nezdinde %20’lerde olduğu ve ülkemizin Hukukun Üstünlüğü Endeksinde 128 ülke içinde 107. sırada yer aldığı mevcut koşullar altında, adaleti asırlar öncesinin hurafelerinde aramak en iyi ihtimalle saflık olarak yorumlanabilir. Başta insan hakkı ihlalleri olmak üzere yaşadığımız toplumsal sorunların ancak seküler akılla çözülebileceği, Siyasal İslamcıların tüm çırpınışlarına rağmen elbet bir gün anlaşılacak. Nitekim adaletin temeli göklerde değil insan aklında yatmaktadır ve laik hukukun üstünlüğü, dualardan medet umarak süslü binalarla hasıraltı edilecek bir konu değildir.