Diyanet İşleri Başkanlığı’nın 25-28 Kasım 2019 tarihlerinde düzenlediği 6. Din Şurası sonuçlandı. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın da kapanış konuşması yaptığı şurada 37 maddelik karar bildirisi yayınlandı.

Bildiride, biz Türkiye inançsızlarını (ve tüm diğer inanç gruplarını) doğrudan ilgilendiren 3 maddeye itirazımızı dile getirmeden önce, 82 milyon Türkiye Cumhuriyeti vatandaşını temsil eden Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın kapanış konuşmasındaki son derece önemli bir noktaya dikkat çekmek ve Ateizm Derneği olarak endişemizi dile getirmek isteriz.

“Dini hayatımızın merkezine koyacağız” diyor Erdoğan. Hangi din? İçinde farklı mezhepleri, tarikatları, cemaatleri ve dolayısıyla onlarca farklı yorumu barındıran İslam. Öncelikle akla şu soru geliyor: Hangi İslami yorumu hayatın merkezine koyacaksınız? Hangi yorumu koyarsanız koyun, akabinde diğer İslami yorumlar ötelenmiş, dışlanmış olacaktır. Örneğin aynı konuşmada değindiği ve savunuyor göründüğü Alevi-Bektaşi toplumunun inanış ve ritüelleri İslam’dan oldukça farklıdır.

Türkiye’nin inançsız kesimi olarak sayımız şu an için az görünmekle birlikte, bizler de Anayasamıza göre demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devleti olan bu ülkenin eşit yurttaşlarıyız ve inançlı ya da inançsız her duyarlı vatandaşın yapması gerektiği gibi, Anayasamıza aykırı olan “Dini hayatımızın merkezine koyacağız” açıklamasını son derece öteleyici ve tedirgin edici buluyoruz. Nitekim toplumu dini kurallara göre şekillendirmenin gerçek anlamı, demokrasi veya cumhuriyet değil şeriattır ve Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş felsefesine, Mustafa Kemal ATATÜRK’ün rehber edindiği “akıl ve bilim” temelinde bir toplum yaratılmasına temelden aykırıdır. Hayatın merkezine dini koyduğunuz vakit, inançsız veya farklı inançlara mensup yurttaşlara ve gelecek neslin bir parçası olan çocuklarımıza özgür yaşam ve düşünce hakkı tanınması söz konusu değildir. Zira bizler biliyoruz ki, Şer-i hükümlerle yönetilen ülkelerde inançsızlık (ateizm) ölüm cezasını gerektiren bir suç sayılmaktadır. Bu sebeple öncelikle laik ve demokratik anayasal düzenin korunmasını yüksek sesle talep etmekteyiz!

Bildiride itiraz ettiğimiz maddeleri gerekçeleriyle birlikte şöyle sıralamak isteriz:

1) 2. madde doğrudan bizlere, yani Türkiye’deki ateistlere, agnostiklere, deistleri vb atıf ve hakaretle başlamaktadır: “Günümüzde inanç karşıtı akımlarla ilk temas, daha çok popüler kültürün insan onuruna aykırı, ölçüsüz haz ve eğlenceyi özendirici etkisi ve dinî konulardaki olumsuz örnekler üzerinden kurulmakta, daha sonraki aşamalarda ise bu duygusal reaksiyonlar, felsefî olarak temellendirilmeye çalışılmaktadır. Diyanet İşleri Başkanlığı, bu durumun önüne geçebilmek için kötü örneklerin dini temsil etmeyeceğini ortaya koyma ve toplumun dinî-manevî ve kültürel ihtiyaçlarını meşru yoldan karşılamasını sağlayacak insan fıtratına uygun alternatifler oluşturma hususunda çalışmalarını arttırmalıdır.”  


Sondan başlayacak olursak, elbette görevleri gereği “kötü örneklerin dini temsil etmediğini” ortaya koymaya çalışabilirler. Bunun için şeriatla yönetilen ülkelerden somut örnekler bulabilir, böylece toplumu da aydınlatmış olurlar. Maddenin girişinde, “popüler kültürün insan onuruna aykırı, ölçüsüz haz ve eğlenceyi özendirici etkisi” ile gerçekleşen ilk temas, “inanç karşıtı akımlarla” ilişkilendirilmiştir. Bizler her ne kadar “inanç karşıtı akımlar” değilsek de, burada kast edilen kesimin inançsız kesim olduğu anlaşılıyor. Hatta bu söylem alttan alta bizleri din düşmanı olmakla suçluyor. Öncelikle popüler kültüre ait olduğu savlanan, oysa çok daha derin ekonomik ve kültürel sorunlardan kaynaklanan “ölçüsüz haz ve eğlence kültürünün” alakasız bir şekilde biz inançsızlarla ilişkilendirilmesine itiraz ediyoruz. İnsanlık onuru, evrensel etik ilkelere bağlıdır. İnsanlık onuruna esas aykırı olan şey kişiye zorla, baskıyla bir şey yaptırmak, iradesi dışında davranışa sevk etmek ve kendisi gibi düşünmeyen insanları düşman belleterek ötekileştirmektir.

Örneğin ateistlerin ahlaksız, kötü, sapkın insanlar oldukları yalanını kamuoyuna duyurmak; inançsızlığından dolayı insanların ekmek paralarıyla oynamak, sosyal yaşantılarına, hatta ülkemizde örneklerini gördüğümüz üzere yaşamlarına kast etmek; ateist bir ailenin çocuklarını mevcut müfredatımızdaki içeriğiyle din dersine zorlamak, evrensel ahlak ilkelerine ve dolayısıyla insanlık onuruna aykırıdır. Başka İslam ülkelerinden örnek verecek olursak, bugün şeriatla yönetilen İran’da kadınların artık reddetmeye başladığı başörtüsü zorunluluğu; yine şeriatın geçerli olduğu Suudi Arabistan’da Cuma Namazı esnasında her erkeğin namaza katılmaya zorlanması, demokratik yapıyla bağdaşan bir tutum değildir ve insan haklarına aykırıdır. Popüler kültürün eğlencesine gelince, bu, yetişkin bireyin iradesine bağlıdır; ne var ki tüketim toplumunu doğuran etkenleri doğru bir şekilde analiz edip eleştirebilecek ve ülkesine fayda sağlayabilecek nesiller, bilimi ve aklı rehber alan ve özgür düşünceye dayanan bir eğitim sisteminin yürürlüğe konmasıyla mümkün olabilir. Ateistler olarak bizim savunduğumuz şey de zaten budur. Ancak ne yazık ki mevcut eğitim sistemimiz, bunun tam aksi bir yönde ilerlemektedir.


2) 5. maddede, “İnanç karşıtı akımlar, İslam coğrafyasında meydana gelen olumsuzlukları ve ortaya çıkan terör olaylarını arka planını sorgulamadan sosyal medyada İslam’ın aleyhinde kullanmaktadır. Birçok dini tema üzerinden sürdürülen bu paylaşımlar, insanların inançlarının zayıflamasına, din karşıtı düşüncelerin yayılmasına neden olmaktadır. Başkanlık, bu tür olumsuz paylaşımların etkilerini ortadan kaldırabilmek için uygun içerikler oluşturup sosyal medyada yayılımını sağlamalıdır” denmektedir.

Öncelikle Anayasasında laik olan bir devletin Diyanet İşleri Başkanlığı’nın, inançsız yurttaşların düşüncesine “olumsuzluk” atfetmesi kabul edilemez. İnançsızlığın olumsuz bir durum olduğu argümanı bütünüyle kişisel ve dinseldir. Herhangi bir dine inanmayan bir yurttaşın bu fikrini özgürce dile getirmesi, dünyada olup bitenleri kendi düşüncesine göre yorumlayıp paylaşması, olumsuz davranış teşkil eden bir suçmuş gibi kamuyouna sunulamaz. Bu, en başta din ve vicdan hürriyetine aykırı bir durumdur. Din kurumları elbette din konusundaki fikirlerini savunabilir, ancak devletin resmi bir kurumunun dinsiz vatandaşları hedef göstererek karalaması, insan haklarıyla bağdaşmayan, kabul edilmesi söz konusu olmayan bir tutumdur. Toplumun belirli bir kesimini, “halkı kin ve düşmanlığa sevk edecek” şekilde olumsuzlamak, “bunlar toplumu zehirliyor, dinden imandan çıkarıyor, bunlara karşı önlem alacağız” demek, söz konusu zehirlemeyi kendilerinin yaptığının resmidir. İslam coğrafyasındaki terör olaylarına ve olumsuz durumlara ilişkin gerekli açıklamaları yapabilir, ancak bu açıklamalara farklı açıdan yaklaşan inançsız kesimin söz hakkını elinden alamazsınız. Bu, inançsızların düşünce ve ifade özgürlüğüne, hatta “önlem alınacağı” söylendiğine göre yaşama hakkına yönelik bir tehdittir.

3) Yine inançsız vatandaşları hedef alan 27. maddede şu ifadeler yer almaktadır: “Başta gençlere yönelik olmak üzere inanç karşıtı akımlara karşı uyaran ve onlara verilecek cevapları içeren yazılı, görsel ve dijital yayınlar hazırlanmalı; bu metinler söz konusu akımları doğuran felsefî, tarihsel ve kültürel arka planı da ortaya koyucu nitelikte olmalıdır.”

Bu cümlelerde, inançsızlığı benimsemiş akımlara adeta terör örgütü muamelesi yapıldığını görüyoruz. Bu ‘akımlar’ özellikle Aydınlanma Çağında akılla, bilimle, felsefeyle ve sorgulama yetisiyle ortaya çıkan, insanlığın gelişiminde en önemli rolü oynayan ve ortak kültürümüzün bir sonucu olan değerlerdir. Bu akımların temelini oluşturan bilimsel ve felsefi düşünce sayesinde, artık tahtadan yapılmış totemlere tapan veya insan kurban eden topluluklar yok denecek kadar azdır, salgın hastalıkların toplumları kırıp geçirdiği günler geride kalmıştır, insan haklarının belirli grupları değil tüm insanlığı kapsaması gerektiğini düşünen insanların sayısı her geçen gün artmaktadır. Dolayısıyla kötülüklerin ve haksızlıkların sebebi sorgulanırken, suçlamaların bu ülkede azınlık olarak yaşam mücadelesi veren bizlere değil hakim güçlere yöneltilmesi; inancın ve inançsızlığın felsefi, tarihsel ve kültürel arka planıyla birlikte ortaya konarak tartışılması gerekmektedir.


Kendileri gibi düşünmeyen kimseleri zorbalıkla, baskıyla, tehditle susturmaya çalışanlar, geçmişte olduğu gibi gelecekte de insanlığın ortak değerleri çerçevesinde değerlendirilecektir. Ateizm Derneği olarak toplumu bölmeyen ve kutuplaştırmayan, bireyleri hoşgörüden ve sevgiden yoksun, bencil ve duyarsız bir kalabalığa dönüştürmeyen, laik ve demokratik bir hukuk devletine yaraşır söylemlerin dile getirildiği bir ülkenin özlemini duyuyoruz.

Bu bağlamda Ateizm Derneği olarak, 6. Din Şurası kapsamında “dini hayatın merkezine koyma” önerisiyle birlikte dile getirilen ve Müslüman olmayan kesimi doğrudan hedef alan ilgili maddelere açıktan itiraz ediyor, bireyin demokratik haklarını kısıtlayıcı böylesi söylemleri derin bir endişeyle karşıladığımızı kamuoyuna duyurmak istiyoruz.

0 cevaplar

Cevapla

Want to join the discussion?
Feel free to contribute!

Bir yanıt yazın