Diyanet İşleri Başkanlığı’nın yayınladığı Diyanet İlmi Dergisi’nde Prof. Dr. Selim Özarslan’ın yazdığı şu cümleler, tüm imla hatalarına rağmen ateistler olarak bizleri onurlandırdı doğrusu: “Ateizm Tanzimat’tan başlayarak artan bir hızla ülkemiz aydınları arasında yayılmaya başlamış nerede ise aydın olmanın ayırıcı bir niteliği haline gelmiştir.” Ayrıca makalede ‘dinî görünümlü’ cemaat, tarikat ve grupların dini ticari ve siyasi yönden istismar ederek bazı insanları dinden uzaklaştırdığına da yer verildi. (Haber kaynağı)
Evet. Ateizm, aydınlanmanın ve aydın insan olmanın ilk ve tek koşulu olmamakla birlikte, benlikten ve kimlikten bağımsız olarak aydınca düşünebilmenin en azından ön koşuludur diyebiliriz. Zira doğaya gerçekçi bir pencereden, yani bilimin ve aklın penceresinden bakan ateistler, insanı yaşam hastalığına tutulmuş ve ölümle terbiye ve tedavi edilmesi gereken aciz bir kul olarak değil, uçsuz bucaksız bir evrendeki bir kum zerresinin üzerinde yaşayan 9 milyona yakın canlı türünden biri olarak görür. Ateizm felsefesi dinlerin aksine insanlara hayali bir cennet sunmaz, onlara bu yaşamın tek yaşam olduğunu ve ne yapılacaksa bu yaşamda yapılması gerektiğini gösterir; böylece gerçek sorumlulukların öbür dünyaya ötelenmesini engeller. “Cennet hayalini gerçek kılabilmek için hayali cenneti unutmalıyız.” (Rahipken ateist olan Fransız filozof Jean Meslier’in sözü.)
Kitleleri “ticari ve siyasi olarak istismar edebilen” cemaatler ve insanları bir ölüm makinesine dönüştüren radikal dinci terör örgütleri yoluyla dinin bir iktidar aracı haline getirilmesi, muhafazakâr kesimin kendisine şu soruyu sormasını gerektirmektedir: “Biz mi bu hale geldik; hep mi böyleydik; yoksa inandığımız dini bu hale mi getirdiler?”