Yapılan güncel araştırmalar, İslam’ın baskın olduğu ülkelerde yaşayan insanların dinden uzaklaştığını; laiklik taleplerinin ve gereksinimlerinin de arttığını gösteriyor.
Sosyolog ve siyaset bilimci R. Inglehart, 1981-2020 yılları arasında yüzden fazla ülkede yapılan anketleri incelediği Religious Sudden Decline (Dindarlıktaki Ani Düşüş) adlı kitabında, “bir ülke ne kadar güvenli hale gelirse halkının da o kadar sekülerleştiğini” ifade ediyor. Toplumların sekülerizme yönelmesi İslam ülkelerini de doğal olarak reforma zorluyor. Örneğin İslami yasaların hâlâ katı bir şekilde uygulandığı Birleşik Arap Emirlikleri‘nde alkol tüketimine ve evli olmayan çiftlerin birlikte yaşamasına ilişkin yasaklar kaldırıldı. Geçtiğimiz yıl Sudan’da, 30 yıllık diktatör Ömer el Beşir’in halkın isyanı üzerine görevden alınmasının ardından kurulan geçiş hükümeti, din ve devlet işlerini birbirinden ayırarak laik yönetime geçme kararı vermişti. Geçtiğimiz günlerde Mısır Milli Eğitim Bakanlığı, aşırılıkla mücadele etmek amacıyla eğitim müfredatında önemli değişiklikler yaptı ve Arap dili, coğrafya ve tarih dersleri kapsamında öğretilen dinî konuların sadece din derslerinde işleneceğini açıkladı.
Utrecht Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Öğretim Üyesi T. Arab, özellikle Irak, Tunus ve Fas gibi ülkelerdeki ateistlerin sayısında artış olduğunu belirtiyor. Princeton ve Michigan Üniversitelerinin kamuoyu araştırma ağı olan Arap Barometresi kapsamında, Lübnan‘da 25 bin kişiye dinî tercihleri sorularak elde edilen veriler, kendisini dindar olarak tanımlayanların oranının 10 yıl içinde %43’e gerilediğini gösteriyor.
İran’da Davranışları Analiz ve Ölçme Grubunun (GAMAAN) Haziran 2020’de 40 bin kişiyle yaptığı araştırma da benzer bir eğilime işaret ediyor. İranlıların %47’si kendini dindar olarak görmediğini, %78’i ise Allah’a inandığını belirtti. “Şii Müslüman” olduğunu ifade edenlerin oranı ise %32. İranlıların %9’u kendini ateist, %6’sı agnostik, %8’i Zerdüşt, %5’i de Sünni Müslüman olarak tanımlarken, %7’si ruhanî akımlara inandığını söylüyor. %22’lik bir kesim ise kendisini bu gruplardan hiçbirine dahil etmiyor.
Türkiye de bu sekülerizm kuşağında yer alıyor. Konya Milli Eğitim Müdürlüğünün “Gençlik ve İnanç” konulu çalıştayı ve Ensar Vakfının çalışmaları sonucunda, imam hatip öğrencilerinin, “Sonra dirileceksek neden ölüyoruz?”, “Ya Hristiyan veya ateistler haklıysa?”, “Allah kötülüklere neden engel olmaz?”, “Kadın ve erkek neden eşit değil?” gibi sorulara İslam’da cevap bulamadığı ve deizme yöneldiği açıklanmıştı. Bunların üzerine Diyanet, “deizm, ateizm, agnostisizm ve yanlış din algılarını” ölçmek için kamuoyu araştırması başlatmış; dergisinde, “Ateizm Tanzimat’tan başlayarak artan bir hızla ülkemiz aydınları arasında yayılmaya başlamış, nerede ise aydın olmanın ayırıcı bir niteliği haline gelmiştir.” cümlesine yer vermişti.
Her çeşit inancın veya inançsızlığın teminatı olan sekülerizm, bu bağlamda mutluluğun, özgürlüğün, barışın ve uygarlığın yegâne yoludur. Yüzlerce yıllık acı tecrübelerden sonra İslam ülkelerindeki insanların da bunun yavaş yavaş farkına varmaya başlaması, sevindirici olmakla birlikte kaçınılmazdır.
“Gökyüzünde bir efendimiz bulunduğu sürece yeryüzünde kölelikten kurtulamayız.” (Mihail Bakunin)