Vatikan destekli ACN (Aid to the Church in Need International) adlı derneğin 2019 ve 2020 yıllarını kapsayan raporunda, dinî azınlıklara karşı zulmü simgeleyen “kırmızı” kategoride 26, ayrımcılığın varlığına işaret eden “turuncu” kategoride 36 ülke yer aldı. Türkiye de “turuncu kategoride” yer alan ülkelerden biri.
Söz konusu raporda, Diyanet İşleri Başkanlığına ayrılan 11,5 milyar TL’lik bütçenin 6 bakanlığın bütçesini geride bıraktığı; ülkenin en büyük dinî azınlığı olan Alevilerin, Sünni İslam’ın öğretildiği din derslerinden muafiyet hakkına sahip olamadığı; özellikle yılbaşı ve Noel günlerinde Hristiyanların geleneklerine yönelik nefret söylemlerinin sarf edildiği; Yahudilerin de antisemitist söylemlere ve “gizli güç” iddialarına maruz kaldığı belirtildi. Ayrıca dinî özgürlükler açısından Türkiye’den beklentilerin, “son derece olumsuz” olduğu kaydedildi.
Benzer bir araştırma yürüten USCIRF (Birleşik Devletler Dinî Özgürlükler Komisyonu) isimli kuruluşun 2020 tarihli raporunda, Türkiye’de dinî özgürlüğün tedirgin edici durumunu sürdürdüğü ifadesi yer aldı. AKP iktidarının politikaları sonucunda Ayasofya ve Kariye Müzelerinin camiye dönüştürülmesi özellikle vurgulandı. Raporda, dinî azınlık gruplarının din adamlarını eğitme çabalarının kısıtlandığı ve Rum Ortodoks Heybeliada Ruhban Okulunun hâlâ kapalı olduğu belirtildi. Rum, Ermeni ve Süryani gibi dinî azınlıkların ibadethane açmak ve işletmek, seçilecek adaylarda Türk vatandaşı olma şartı arandığı için dinî lider seçimi yapmak, okullarda zorunlu din derslerinden muafiyet elde etmek gibi konularda zorluklar yaşadığı; bu azınlıklara ait birçok tarihî sit alanının ve mezarlıkların vandalca tahrip edildiği kaydedildi. Bu vandalizmin en açık örneğini, HDP milletvekili Garo Paylan gözler önüne sermişti. Paylan, geçtiğimiz Mart ayında Çevre ve Şehircilik Bakanı Murat Kurum’a yönelttiği soru önergesinde, Ankara-Ulus’ta yıkılan İller Bankası binasının yerinde TOKİ tarafından yapılan çalışmalar sırasında insan kemikleri keşfedildiğini ve bölgenin Ermeni ve Katolik mezarlığı olarak geçtiğini belirterek, “Ermeni mezarlığı üzerine yapılan TOKİ inşaatı neden durdurulmamaktadır?” diye sormuştu.
Aynı USRIF raporunda, Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının devleti seküler olarak tanımlamasına, inanç ve vicdan özgürlüğünü garanti etmesine rağmen AKP iktidarının hem Müslüman hem de gayrimüslim topluluklar üzerinde geniş bir kontrole sahip olduğu dile getirildi. Ayrıca bazı dış gözlemcilerin, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın tahakkümündeki Diyanet İşleri Başlanlığını, “Erdoğan partisinin ve siyasi ideolojisinin bir enstrümanı; Sünni İslam ile Türk Milliyetçiliği kimliklerinin kaynaştırıcısı olarak bir dış politika aracı” olarak tanımladığını kaydetti.
Mevcut iktidarın, dini referans alarak kademeli olarak attığı adımları hatırlayalım:
- 1982 Anayasasıyla ilkokul, ortaokul ve liselerde başlayan zorunlu din dersi uygulamasına ek olarak, 4+4+4 eğitim sistemi modeliyle “seçmeli din dersi” adı altında servis edilen ders sayısının artırılması ve laik eğitim sisteminin katledilerek dincileştirilmesi
- Seçmeli dil derslerinde Fransızca, Almanca ve Rusça’nın yerini Arapça ve Osmanlıca’nın almaya başlaması
- İmam Hatip Lisesi ve İlahiyat Fakültesi sayısının artması
- Cami sayısının artması (Yaklaşık 85 bin camiye sahip olan ülkemiz, şeriatla yönetilen Suudi Arabistan’da ve İran’da bulunan camilerin toplamından daha fazla camiye sahiptir.)
- Ezan sesinin 70-85 desibel sınırında tutulmasına ilişkin genelgeye rağmen bu sınıra riayet edilmemesi (AKP iktidarı öncesinde 45 desibel olan ezan sesi, bazı kurumların yaptığı raporlamaya göre 80-120 desibel arasında değişmektedir) ve cami hoparlörlerinin propaganda aracı olarak kullanılması
- Diyanet İşleri Başkanlığının bütçesindeki kademeli artış
- Tarikatların sayı ve faaliyetlerinde meydana gelen artış
- Diyanet’in akıl almaz fetvaları
- Ayasofya ve Kariye Müzelerinin camiye dönüştürülmesi ve siyasete alet edilmesi
- Siyasilerin, söylemlerinde sürekli olarak dinî retorik kullanması ve gayrimüslüm/dinsiz kesimi hedef alan açıklamalarda bulunması
Laik bir Cumhuriyet olarak kurulan ülkemiz, laiklikten kademeli olarak koparılmış ve toplumu din paydasında birleştirmeyi hedefleyen muhafazakar bir iktidarın eline kalmıştır. Herhangi bir dine inanmayanları zaten yok sayan siyasi iktidar, inananları da benim inancımı taşıyanlar ve diğerleri olarak ayrıştırmış ve radikalleştirmiştir. Siyasal İslam’ın vücut bulmuş hali olan AKP lideri Erdoğan, kendi vatandaşlarını sadece seküler ve muhalif oldukları için “azgın azınlık” olarak tanımlamış; “Benim için bir ara neler dediler. Gürcü dediler. Affedersin daha çirkinini söylediler, Ermeni dediler” şeklindeki sözleriyle de ülkesindeki azınlıklara bakış açısını gözler önüne sermişti. Dolayısıyla bu bakış açısının ACN ve USCIRF raporlarına tutarlı bir şekilde yansıdığını görüyoruz.
Farklı anket ve araştırma kuruluşları tarafından, Türkiye’deki inanç/inançsızlık gruplarına ilişkin çalışmalara ulaşmak için tıklayın.