Sosyal hayatın her alanına ideolojik bir salgın gibi yayılan dinci dayatmalar, bu işin karanlığın nuru tamamlanıncaya kadar devam edeceğini bizlere her gün hatırlatıyor. Geçtiğimiz günlerde Ulaştırma, Kültür-Turizm, Ticaret ve İçişleri Bakanlıklarına gönderilmek üzere bir yazı hazırlayan Diyanet İşleri Başkanı Erbaş, şehirlerarası otobüslerin seyahat sırasındaki molalarının namaz vakitlerine göre ayarlanmasını talep etti. Erbaş, ideolojik olarak düşmanı olduğu Türkiye Cumhuriyeti Anayasası, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve İnsan Hakları Evrensel Beyannamesinden medet umduğu ve kendi zihniyetini çürüttüğü “Şehirlerarası Otobüs Seyahatlerinde Mola Düzenlemesi” başlıklı yazıda şu ifadeleri kullandı: “Vatandaşlarımız tarafından şehirlerarası otobüs seyahatlerinde molaların, namaz vakitlerinin dikkate alınarak belirlenmesi ve namazların vaktinde edasını sağlamak için makul bir süre ayrılması konusunda Başkanlığımıza yoğun talepler gelmektedir. Bu itibarla; Bakanlığınızca yapılabilecek düzenlemelerin değerlendirilmesi hususunda bilgilerini ve gereğini saygılarımla arz ederim.”
Konuya ilişkin olarak konuşan DİB Din Hizmetleri Genel Müdürü Bünyamin Albayrak, sanki bir lütufta bulunurmuş gibi, “Öncelikle yazmış olduğumuz yazı bir tavsiye niteliğindedir. Hiçbir bakanlığımıza, kuruluşumuza bir talimat verme yetkimiz yok.” açıklamasını yaptıktan sonra, dinci dayatmanın devam edeceğini ima eden şu sözleri sarf etti: “Bundan sonra nasip olursa bakanlıklarımızı veya ilgili genel müdürlüklerimizi ziyaret edeceğiz.”
Oysa Din İşleri Yüksek Kurulunun daha önce vermiş olduğu fetva, söz konusu ibadetin kazasının zaten bulunduğunu ve meselenin ideolojik bir dayatma olduğunu gösteriyor: “Sürekli yolculuk hali, ibadetlerde bir ruhsat sebebidir. Yolcuların bu ruhsatlardan yararlanmalarında dinen bir sakınca yoktur. Genel bir ilke olarak mazeret devam ettiği sürece ruhsatlar da devam eder.”
Tanrısal buyruklar öne sürülerek insan haklarına yapılan bu ilahi darbe girişimine, toplumun farklı kesimlerinden tepkiler geldi. Erbaş’ın bu gayri insani talebini değerlendiren İlahiyatçı Cemil Kılıç şöyle dedi: “Birtakım toplumsal düzenlemelerin sadece belli bir inanca göre gerçekleştirilmesi adil olmaz. Bu talep İslami bir talep olmaktan ziyade teokratik devlet ideolojisinin bir talebi olarak değerlendirilebilir. Bu talep ayrıca, insan haklarına aykırıdır. Bütün topluma ‘Bizim inandığımız gibi hayatınızı düzenlemek zorundasınız’ dayatmasıdır.”
Konuyla ilgili olarak değerlendirmelerde bulunan bir diğer isim, Eski İstanbul Baro Başkanı Turgut Kazan’dı. Diyanet’in, bu tarz açıklamalar yapmak yerine, “insanlar açken 12 yerden maaş alan devlet görevlileri hakkında neden konuşmadığı” sorusunu gündeme getiren Kazan, açıklamasının devamında şunları söyledi: “Türkiye anayasasız ve hukuk devleti olmayan bir ülke haline getirildi. Yasa devleti olmasına bile artık razı olacağız ama o da yok. Tam bir fetva devletine dönüştü. Bunu kabul etmek mümkün değildir. Erken ya da zamanında bir seçim olacak ve Türkiye yeniden hukuk devletini ve laik Cumhuriyeti inşa edecek.”
Diyanet’in bu haksız talebine ilişkin en dikkat çekici tespitse, laiklik ve muhafazakârlık üzerine ciddi çalışmalar yapan KHK’li akademisyen Yasin Durak’tan geldi. AKP iktidarının, pandemi önlemlerini bahane ederek bir şeriat provası yaptığını ifade eden Durak, şu kritik açıklamalarda bulundu: “Saray rejimi çürüyor. Çürüdükçe bu kokuyu din esansıyla kapatmaya çalışıyor. Bu çürüme sürecinde her türden dinci şovenliğe daha fazla sarılacakları, bu vurguyu artıracakları eskisi kadar kuşatıcı bir söylem yerine daha dar bir çevreye hitap eden nefret söylemi ve şeriat projesini yürürlüğe sokma niyetleri var. Çünkü ellerinde bundan başka hiçbir şey kalmadı.”
Diyanet’in kendisinin de ifade ettiği gibi, hâlihazırda “kazası” mevcut olan bir ibadetin, uzun otobüs seferleri dinî ibadet özgürlüğünü sekteye uğratıyor bahanesi öne sürülerek topluma dayatılması, dincilerin yaradılanın sadece Sünni olanını sevdiğini bir kez daha ortaya koyuyor. Vatandaşların ibadet etme özgürlüğü sekteye uğrayacak diye evhamlanan Diyanet insan hakları konusunda somut adımlar atmaya gerçekten gönüllüyse, vahabi kültürünü dayatmak yerine vatandaşların ibadet etmeme özgürlüğüne sahip olduğunu da kabul etmelidir. Ancak ne yazık ki Siyasal İslamcıların “insan hakları” denince aklına gelen şey, din dayatmasında vites büyütmek. Üç, beş kişi namaz kılacak diye yüzlerce yolcunun zamanını çalmak mıdır din ve vicdan hürriyeti? Böyle bir dayatma hangi uygar toplumda kabul edilebilir? İnsan hakları dil, din, etnik köken ve cinsiyet ayırt etmeksizin herkesi kapsayan bir kavram olmalıdır.