Ramazan ayının gelmesiyle birlikte, “İnanmasanız da dinime saygı duymalısınız” temasıyla her yıl tekrarlanan İslami baskı ve şiddet olayları da arttı. İstanbul Maltepe Atilla Uraz Anadolu Lisesi Müdürü Ulvi Ziya Akbaba, “Ramazan’da Uyulması Gereken Kurallar” konulu resmi bir dilekçe yazdı. Ancak bir şeriat devletinde dillendirilebilecek dilekçeyi kaleme alan Akbaba, kişilerin kendi istekleriyle oruç tutmama ve hatta Müslüman olmama özgürlüklerini yok sayarak “çeşitli mazeretleri nedeniyle oruç tutmayanlar” ibaresini kullandı ve bu kişilerin oruçlu kişilerin yanında yemek yememesini emretti!
Devletin bir diğer resmî kurumu olan Türk Standartları Enstitüsü de benzer bir dinî uygulamaya gitti. TSE, kurumun yemekhanesindeki tadilatı bahane ederek Ramazan ayı boyunca personele yemek verilmeyeceğini belirtti. Konuyla ilgili olarak TSE’de çalışan bir işçi şunları aktardı: “2010 yılından beri TSE’de görev yapıyorum. İlk yılımda yemek çıktı, ancak daha sonraki hiçbir Ramazan yemek verilmedi. Her seferinde tadilat gibi bahaneler sunuluyor.”
Halka açık alanlarda da durum farklı değildi. Geçtiğimiz günlerde farklı illerden gelip İzmit’te buluşan ve sokakta alkol alıp müziklerini icra eden müzisyenler, bir grup yobaz tarafından “Ramazan’da içki içemezseniz” denilerek saldırıyı uğradı.
Baskıcı ve zenofobik İslam dinini benimsedikleri halde “İslam hoşgörü dinidir(!)” safsatasını diline pelesenk etmiş Müslümanlar, Ramazan ayındaki eylemleriyle İslam’ın nasıl bir din olduğunu bir kez daha kanıtlamış oldular. Bir yandan tüm tahakkümlerine saygı duyulmasını beklerken diğer yandan başka inanç ve yaşam tarzlarına saygısızlık etmekte beis görmeyen İslam dininin, aslında hoşgörü değil horgörü üzerine kurulu olduğunu bir kez daha görmüş olduk.