Katolik Kilisesi’ndeki rahiplerin istismar suçlarını incelemekle görevlendirilen uzmanlar, görevlerinden istifa ediyor. Hans Zollner ve Baroness Hollins gibi önemli figürlerin istifası, Kilise’nin içinde bulunduğu kötü durumu göstermekte ve adaletin ancak laik otoritelerin de Kilise’yi hesap verebilir kılmak için katılmasıyla sağlanabileceğini düşündürüyor.
Profesör Hans Zollner, 2014 yılında kurulan Pontifical Commission for the Protection of Minors’ın (Çocukların Korunması için Papalık Komisyonu) kurucu üyelerinden biriydi. Zollner, Komisyon’un sorumluluk, uyum, hesap verebilirlik ve şeffaflık konularındaki etkisizliği nedeniyle istifa etti. Komisyondaki finansal sorumluluk ve hesap verebilirliği ‘yetersiz’ olarak nitelendirdi.
Baroness Hollins ise Komisyon’un Dicastery for the Doctrine of the Faith (İnanç Doktrini Dikasteri) tarafından yönlendirilmesini eleştirerek istifa etti. Hollins, istismarı önleme ve mağdurların bakım ile iyileşmesine odaklanması gereken Komisyon’un, rahiplere yönelik suçlamalarla ilgilenen bölümün kontrolü altına girmesini ‘tutarsız’ bulduğunu belirtti.
Zollner, ayrılırken yaptığı konuşmasında çocuklar ve savunmasız kişilerin korunmasının Katolik Kilisesi’nin görevinin merkezinde olması gerektiğini belirtti. Zollner’in geçmiş zaman kullanması ise Komisyon ve Kilise’nin bu rolü yerine getirmediğine dair bir işaret.
Komisyon’un başlangıcında atanan iki istismar mağduru da hayal kırıklığı ve daha kötü sebeplerle çekildi. Peter Saunders, Papa’nın Komisyon’a hiçbir ilgi göstermediğini ifade etti.
Son zamanlarda Komisyon’un İtalyan Piskoposlar Konferansı’ndan yardım alarak ayakta kalabileceği ancak bu paranın şartlı gönderildiği bildirildi. Bu durum, Zollner’in neden havlu attığını anlamamızı sağlıyor.
Kilise’nin rahiplerin karıştığı istismarlar konusunda tavrı ne olacak? Kilise tek başına, istismarı önleme ve mağdurlara adil bir şekilde tazminat sağlamak için ne istekli ne de yeterli görünüyor. Katolik Kilisesi’nde istismarın önlenmesi için umut, laiklerin kilise yönetiminde daha büyük bir rol oynamasını sağlayarak rahiplerin gücünü sınırlayan ‘sinodalita’ çağrılarının artmasında gizli. Almanya’daki Kilise bu konuda öncülük ediyor ve hatta Vatikan’ın karşı çıktığı eş cinsellik ve bekâretle ilgili öğretilerde değişiklikler yapmayı düşünüyor. Sinodal hareket, kiliselerdeki boşalan sıraları doldurmanın bir yolunu bulma ihtiyacıyla kısmen beslenmekte. Ancak böyle bir hareketin, kilisenin önemli bir kısmında yerleşmesi onlarca yıl hatta yüzyıllar sürecektir.
Peki, kilisedeki istismar başka nasıl ele alınabilir? Kilise içindeki kişilerin yanı sıra, dışarıdan da harekete geçilmesi gerekmektedir. İlk olarak kamuoyu ve medya; adalet ve polis güçlerine dinî saygı göstermeksizin, istismarın kökünü kazımak için kararlı bir şekilde harekete geçilmesi için baskı uygulayabilir. Bu, bağımsız kamu avukatı yönetimindeki rahip istismarı soruşturmalarını talep etmeyi ve Çocuk Hakları Komitesine ülke bazında istismarla ilgili kanıtlar sunan STK’leri de içerir. STK’ler ayrıca eksiklikleri gidermek için rahiplerin karıştığı istismarlara yönelik, üye devletler üzerinde baskı uygulama amacıyla raporlarını kamuoyuna duyurmalıdır. İkinci olarak cezai istismar ve sivil davalara ilişkin zaman aşımı süreleri en üst düzeye çıkarılmalı veya tamamen kaldırılmalıdır. Son olarak her devlette, reşit olmayan kimselerin istismarına yönelik iyi tasarlanmış zorunlu bildirim yasaları olmalı ve bu yasalar cezai yaptırımlar içermelidir.
Son maddeyle ilgili ilerleme kaydedildiğini görebiliriz. Geçen hafta, Birleşik Krallık İçişleri Bakanı, İngiltere’de çocuk cinsel istismarını bildirme yasal zorunluluğunu tanıtmayı planladığını açıkladı.
On yıllardır süren kilise istismarı üzerindeki büyük medya etkisi, rahiplerin reşit olmayanlar üzerindeki gücünü azaltmıştır. Bu nedenle artık istismarcılar, mağdurların suçlamalarına inanılmayacağını varsayamazlar.
Katolik Kilisesi’ndeki istismar mağdurları ve hayatta kalanlar için adalet sağlamak adına kat edilmesi gereken uzun bir yol bulunmakta ancak bu gelişmeler, Kilise’den çok az şey beklenebileceği için baskının, devletler ve Birleşmiş Milletler’den gelmesi gerektiğini göstermekte.
Sonuç olarak Katolik Kilisesi’nde istismarın önlenmesi ve mağdurların adil bir şekilde tazmin edilmesi için Kilise’nin kendi başına harekete geçmeye istekli ve yetenekli olmadığı görülmektedir. İçeride ve dışarıda yapılan girişimler, devletler ve Birleşmiş Milletler’in desteğiyle adaletin sağlanması için baskı uygulaması gerekmektedir. Kilise içinde yapılan değişikliklerin yanı sıra, laik otoritelerin de istismarı önlemek için harekete geçmesi ve uygun yasal düzenlemeleri hayata geçirmesi şarttır. Bu çözümler, Kilise içinde ve dışındaki bireylerin çabalarının birleşerek istismarla daha etkili bir şekilde mücadele etmeye ve mağdurlar için adalet sağlamaya katkıda bulunabileceği anlamına gelmektedir.
Haberi orijinal dilinde okumak için aşağıda yer alan bağlantıya tıklayabilirsiniz: https://www.secularism.org.uk/opinion/2023/04/why-are-safeguarding-experts-fleeing-the-catholic-church