Fatih Altaylı’nın sunduğu Teke Tek programında konuk olan Mustafa Öztürk’ün bazı sözleri sosyal medyada yankı buldu. Mustafa Öztürk, ahlak için dinin zorunlu olmadığını, ancak dindarlığın hakkı verilirse ahlak üretmek zorunda olduğunu dile getirdi. Bu görüş, biraz popülist ve yüzeysel görünmektedir. Genellikle hakkı verilen dindarlık, yalnızca “başkasının hakkını yemeyen” veya “adil olan” gibi klasik bir Müslüman imajı çerçevesinde ele alınmaktadır. Ancak öncelikle sürekli çizilen bu çerçevenin tartışmaya açılması gerekmektedir.
Gerçekten dindar bir kişi Kuran ve hadislere uyacaktır. Öyleyse, hadislerde geçen şu durumlar ne kadar ahlakidir? Örneğin; 10 yaşından sonra namaz kılmayan çocuğu dövmek, çocuğu daha karar verme hakkı olmayacak kadar küçükken sünnet etmek… Ayrıca; Kuran’da yer alan, bir erkeğin karısının itaatsizliği durumunda önce ona uyarıda bulunması, ardından onunla yatakları ayırması ve son olarak onu dövmesi, dindarların ahlak üretmesi açısından nasıl değerlendirilmelidir? Bunun yanı sıra; İslam’ın, hüküm sürmediği toprakları darülharp olarak nitelendirip onlara savaş açması, savaşı kazanınca Müslümanların düşmanın savaşmayan kadınlarını cariye olarak alması, bu cariyelerle sınırsız cinsel ilişki yaşaması; Müslümanların dört eşle evlenme hakkına sahip olması ancak kadının cinsel tatminine yönelik bir düzenlemenin olmaması gibi meseleler de ahlak açısından tartışmaya açılmalıdır.
Günümüz ahlak anlayışı, tüm bu unsurlara karşı çıkmaktadır çünkü ahlak kavramı dinamiktir. Ancak İslam’ın kuralları statiktir. Bu durum, çoğu zaman eski ile yeninin çatışmasına yol açmaktadır. Günümüzde Müslümanların İslam’da yaşanan bu kırılma ve çatışmaları “Onlar gerçek Müslüman değil; gerçek Müslüman olsalar ahlaklı olurlardı” şeklinde ifade etmesi, ahlak ve din konusundaki tartışmaları yalnızca popülist bir perdeyle örtmeye çalışmasıdır.